‘Kültür’ Batılı uzmanlar için kaygan zemin

Written by Rob on januari 21, 2020

Arasıra Hollanda’da resmi raporlarda ‘Türk kültüründe, kızların kiminle evlenecekleri konusunda söz hakları yoktur’, ‘İslamda kadınlar aşağı görülür’ ve ‘Batı kültüründe kadınlar erkeklerle eşittir’ gibi savlar okuyoruz.

Bu tür savlar ne için problemli?

Araştırmacılar, öğretim görevlileri, sosyal hizmetliler, çocuk esirgeme kurumlarında çalışanlar, polis ve savcı gibi uzmanlar vatandaşların kültür ve dinleriyle ilgili bunlara benzer savlar öne sürüyorlar. Üstelik bu savlar yazdıkları resmi raporlarda genel, sabit gerçekler olarak tanıtılıyor.

Bu savlar hakikaten her Türk asıllı kız, her Müsülman ve her Batılı için geçerli mi acaba? Ve onlar bilimsel prensiplere dayalı mı? Bu savlar örneğin X adındaki Türk ailesi üzerine yapılan bir riziko değerlendirmesi için kullanılabilirler mi?

Bu tip sorular beni bayağı düşündürüyor.

Bilimsel bir temel her zaman şarttır

Bilimsel temeller bu çerçevede önemlidir, çünkü polis, sosyal hizmetliler ve esirgeme kurumlarında çalışanlar, tıpkı doktor ve psikiyatrlar gibi, riziko değerlendirmeleri yapıyorlar.

Uzmanlar, bazı bireylerin geçmişte başka insanlara niçin şu ya da bu şekilde tehlikeli davrandıklarını tespit etmeye çalışıyor ve bunu yakın gelecekte tekrar yapıp yapmayacaklarını belirlemeye çalışıyorlar.

Bu çok önemli, aynı zamanda zor bir görev.

Uzmanların görevleri çok önemli

Onun için uzmanlar vatandaşların yaşamlarını derinden etkiliyorlar: gerektiğinde insanların tutuklanmalarına karar veriyor, yasaklama emri çıkartıyor, insanları zorunlu terapiye veya denetlenmeye tabi tutuyor, insanların çocuklarını anne-babalarının ellerinden alabiliyorlar.

Uzmanlar, kendileri hepsi bilim insanları değillerse de, çalışma yöntemleri mutlaka bilime, açık ölçütlere ve denenmiş yöntemlere dayanmalılar.

Uzmanlar için terimler ve jargon problem değil

Tüm uzman grupları mutlaka belirli tanımlar kullanıyorlar. Örneğin, polislerle hukukçular için ‘adam öldürme’ ve ‘taksirli adam öldürme’ çok değişik kavramlardır. Aile vasileri ‘sistem’ terimini aile ve arkadaşlar ağı anlamında kullanırlar. Diğer bir örnek: doktorlar kalp krizi yerine kesinlikle kalp sektesi demeyecekler.

Her tanım, doğal olarak, tanımın yerinde olup olmadığını gösterecek ölçütler gerektirir. Normal vatandaşlar bu terimleri başka anlamlarda kullansalar da, uzmanlar bunların asıl anlamlarını biliyorlar.

Bu mesleki prensiplere göre yukarıda anılan savlara bakarsak, hemen bir sorun ortaya çıkar. Bu ise kültür terimi.

‘Kültür’ ne demek?

Bu soru üzerine bir sürü kitap yazılmıştır. Kimilerine göre kültür kavramı o kadar kapsayıcıdır ki, bir tanımlama vermek imkansız. Buna karşın kültür sözcüğü halk ağzında çok kullanılıyor.

Uzmanlardan değişik bir yaklaşım beklenir, çünkü uzmandan belirli bir ailenin problemlerinin hakkındaki profesyonel görüşü istenir.

Dolayısıyla, uzman, raporunda kültür terimini kullandığı zaman, kültür’ün hangi anlama geldiğini, ve hangi anlamlara gelmediğini çok iyi bilmelidir. Üstelik uzman, kullanılan tüm kavramları ve analizi, ilgili olanlar dahil, herkese anlaşılır bir şekilde izah edebilmelidir.

Yalnız kültür’den bahsedilirken hemen yanılgıya düşülür.

Batı kültürü’nde insanlar …

‘Batı kültürü’ üzerine üstte verdiğim savı irdeleyelim bakalım. Eşitlik Batı toplumlarında şüphesiz pozitif bir şey olarak tanıtılıyor, ki hükümetler eşitliği her açıdan teşvik ediyorlar. Ancak hemen bir karşı örnek aklıma geliyor: Bay Donald Trump. Donald Trump, New York asıllı bir Batılı, bir Amerikan vatandaşı.

Bay Trump’un iktidara geldiği andan beri ırkların ve cinsiyetlerin aralarındaki farkları nasıl vurguladığına her gün tanık oluyoruz. Bay Trump’u ne kadar istesek de eşitliğin temsilcisi olarak nitelendiremeyiz.

Yani, yukarıdaki Batı kültürüyle ilgili sav bay Trump hakkında bize ne ifade ediyor? Açıkçası, hiçbir şey. Ya da iyimser bir ifadeyle, Batılıların kesinlikle tümü değil, sadece çoğunluğu eşitliği pozitif bir ülkü olarak görür.

Batı kültüründeki eğilimler

Bazılarınız Trump’ten bahsetmemi saçma bulabilirsiniz. Batılı toplumlardaki eğilimleri herkes görmüyor mu? Evet, kimi eğilimler tespit edilir, ölçülürler.

Hollanda nüfusunun yüzde 82,5’inin eşitlik idealini desteklediğini farzedelim. Ama bu rakam ne derece yüksek olsa da, Hollanda’da oturan tüm bireyler ve aileler için sabit bir gerçek olamaz.

Demek ki, ‘Batı kültürü’ ya da ‘Hollanda kültürü’ gibi kavramlar bireysel düzeyde hiçbir şey ifade etmiyor. Uzmanlar bunu çok iyi bildikleri için, Hollanda kökenli ailelerin riziko değerlendirmelerini yaparken sadece aileleri araştırıyorlar, kültürlerini değil.

Savlar herhalde Türkler ve müslümanlar için doğrudur

Ama, derseniz ki, yine de Türklerle ve İslamla ilgili diğer savlar belki doğrudur. Dolayısıyla uzmanlar, kolaylık olsun diye X adındaki Türk kızının hiçbir söz hakkı olmadığını ve Y adındaki Müslüman ailesindeki hanımların hor görüldüğünü gerçekler olarak varsayabilirler.

Hayır, onu yapamazlar, yapmamalılar.

Uzmanlar her zaman bireyden hareket ederek düşünmeli

Uzman olarak uzun yılların tecrübesine dayanarak, Türk kadınlarının hiçbir konuşma hakkı olmadığı izlenimini edinmişse de yapamaz.

Hatta eğer bilimsel araştırmalardan bunun Türk kadınlarının yarısı için geçerli olduğu ortaya çıkmışsa da, yapamaz.

Uzman problemlerin özünü ancak sadece birey ya da aile düzeyinde tespit etmeli. Varsayımlar, stereotipler, önyargılar, toplumsal eğilimler hiçbir zamanda ailelere ve bireylere yüklenemez.

Bir şey daha var

Kültür bayağı karmaşık bir kavram olduğu için, kolayca başka karmaşık sorunlarla bağlantılandırılabilir. Mesela, namus – şeref gerekçesiyle uygulanan şiddet kültür kadar karmaşık bir kavramdır.

Bu çerçevede ben genç Faslı kızların sorunlarını işleyen Hollandaca bir yazıda şu tümceyi okudum:

Sosyal hizmetliler, müracaatçı ailenin toplumdaki pozisyonunu ve de namus-şeref gerekçesiyle uygulanan şiddetin rizikosunu tespit etmek amacıyla özellikle ailenin dinî durumu üzerine soru soruyorlar.

Evet, doğru okudunuz.

Burada yazıyor ki Hollanda’daki kimi sosyal hizmetliler, müracaatçıların inançlarını, yani İslamı, nasıl uyguladıklarına bakarak şeref – namusla ilgili şiddetin olup olmayacağını tespit ediyorlar. Ben okuyucu olarak, müracaatçı aile, sosyal hizmetlilerin gözünde ne kadar dindarsa, şiddetin rizikosu o kadar artacak diye düşünürüm.

Şayet namus-şeref gerekçesiyle işlenen şiddet ile din arasında, veya namusla din arasında direk bir ilişki olsaydı, bu kabul edebilir bir yöntemdi. Yalnız, bu uzmanların irdemelerini merak ettiğim halde, öyle bir ilişki henüz hiçbir araştırmada bulamadım.

İki tane sorun

Pratikte karşımıza böylece iki tane sorun çıkıyor:

  • İlki, kültür gibi belirsiz olan bir kavram sadece göçmenlerin sorunlu davranışları için kullanılır.
  • İkincisi ise, göçmenlerin inançları ve kültürleri — çok kolayca ve belirsiz nedenlerle — namus – şeref gerekçesiyle uygulanan şiddet gibi başka karmaşık kavramlarla bağlantılandırılıyor.

Bu zayıf yaklaşım biçiminden dolayı, uzmanlar iyi niyetli olsalar da, kuşku dolu bir kafayla sorunları olan müslüman ailenin evine ayak basarlar. Bu yaklaşım tarzı bir tek göçmen müracaatçı aileler için değil, hepimiz için çok zararlı.

Dr. Rob Ermers, arabist ve türkolog, Nijmegen Radboud Universitesi’nde araştırmacı olarak çalışıyor.


Bay T. Pekdemir’e teşekkür ediyorum.

Posted Under:

Geef een reactie

Je e-mailadres wordt niet gepubliceerd. Vereiste velden zijn gemarkeerd met *